EKOLOJİ HABER- KONDA Araştırma ile bu yıl altıncısını gerçekleştirdiğimiz “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı”, bize büyük bir tutarlılıkla altı yıldır aynı şeyi söylüyor: “İklim değişikliğinin gerçekliği ile ilgili bir şüphemiz yok. İnsani faaliyetlerden kaynaklandığına da neredeyse eminiz. Ve bu durumdan çok endişeliyiz.”
Bu yargıların her birinin, hemen her yıl %70’lerin üzerinde, kimi zaman %80’lerin üzerine çıkan çok geniş toplum kesimlerine ait olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ve bu oranların, herhangi bir Batı ülkesinden bile yüksek olduğunu hatırlatmakta fayda var. Yaygın kamu kampanyaları ve sistemik eğitim uygulamaları olmadan ulaşılan bu rakamların, bana her yıl Nazım Hikmet’in “Türk Köylüsü” şiirindeki “Topraktan öğrenip kitapsız bilen” dizelerini hatırlattığını söyleyebilirim. Kırılımlara baktığımızda eğitim ve modernleşmenin bu oranı artırdığını görmekle birlikte, en düşük eğitim seviyelerinde bile “iklim değişikliğiyle” ilgili bir çeşit “uyanıklık” olduğunu görebiliyoruz. Elbette, Türkiye’de iklim inkarcısı hemen hiçbir toplumsal ve siyasi hareketin olmaması da bu farkındalığa genel bir destek sağlıyor olabilir.
Tek bir veri vererek bu durumu somutlaştırmak istersek, Türkiye toplumunun %92’sinin son yıllarda Türkiye’de sel, fırtına, aşırı sıcaklık, kuraklık gibi düzensiz hava olaylarının arttığını, toplumun sadece %2’sinin aşırı hava olaylarının azaldığını düşündüğünü söyleyebiliriz. Bu durumun ilk ölçüldüğü Mart 2018’deki araştırmamızda düzensiz hava olaylarının arttığını düşünenlerin oranı %76’ydı. Yıldan yıla aşırı hava olaylarının arttığını ifade edenlerin oranı belirgin bir şekilde artıyor ve toplumun şu anda yaklaşık 10’da dokuzu bu şekilde düşünüyor.
Bildiğiniz gibi, Dünya Meteoroloji Örgütü, 2023 yazının bugüne kadar ölçülen en sıcak yaz olduğunu açıkladı. Türkiye toplumunun, bu durumun sebebini iklim değişikliği olarak görme eğilimi olağanüstü yüksek düzeyde. Her 10 kişiden dokuzunun bu durumun sebebinin iklim değişikliği kaynaklı olduğunu düşünmesi, iklim değişikliği algısı konusunda tartışmasız bir veri ortaya koyuyor.
Yetki Kimdeyse, Sorumluluk Ondadır!
Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2023 araştırmasında, bu genel bilgi ve endişe durumunun, yerel seçimler ekseninde nasıl yansımaları olduğunu anlamaya da çalıştık. Ve yine o pratik bilginin ve uyanıklığının yansımalarına rastladık.
İklim krizinin giderek şiddetlenmesi ile beraber çağımızın en büyük sorunu ile mücadelede en çok görevin kime düştüğü tartışmaları da önem kazanıyor. Bu kapsamda anket katılımcılarına “Sizce iklim krizi ile mücadelede en çok kime görev düşüyor?” sorusuna ankete katılanlar, iklim kriziyle mücadele konusunda en fazla sorumluluğun %55 oranla Hükümet/Cumhurbaşkanına ait olduğu yanıtını verdi. Bu oranı %22 ile Yerel yönetimler/Belediyeler takip ediyor. Ardından ise sırasıyla %13 ile Sivil Toplum Kuruluşları, %7 ile Özel Sektör/Sanayi ve %4 ile Siyasi Partiler geliyor. Bu bilgi, Türkiye’de temel tüm süreçlerde kararların tek ve merkezi bir noktadan alındığı konusundaki gerçeklikle oldukça uyumlu. Tabii tüm yetkileri eline alanın, en fazla sorumluluğa sahip olması da son derece mantıklı. Bunun iklim değişikliğiyle mücadele konusunda da farklı olmaması doğal bir sonuç: Enerji politikalarını, kalkınma yaklaşımlarını, kentsel politikaları, tarım politikalarını, teşvik ve yaptırımları, yasal düzenlemeleri belirleyen kim ise, iklim değişikliğiyle mücadelede de asıl görev ve sorumluluk ona düşer.
Yerel Yönetimlerden Temel Beklenti, Yenilenebilir Enerji ve Altyapılar
Sorumluluk kapsamında ikinci sırada bulunan ve önümüzdeki 31 Mart Yerel Seçimleri nedeniyle gündemin de baş sırasında olan “Yerel Yönetimler/Belediyelerin” durumu ve onlara yönelik beklentiler de elbette araştırmamızda ele aldığımız temel konulardan biri oldu.
Yaşadıkları şehirdeki belediyenin iklim değişikliğiyle ilgili yeterli çabayı gösterip göstermediğine yönelik sorumuza, katılımcıların %25’lik bir kesiminin, yani dörtte birinin “doğru” yanıtını vermesi dikkat çekici. Ve bununla birlikte %48’lik bir kesimin de yerel yönetimin yeterli çabayı göstermediğini söylemesi, yerel yönetimler açısından önemli bir mesaj.
Peki anket katılımcıları, yerel yönetimlerden/belediyelerden bu konuda ne bekliyor? “Belediyelerin iklim krizine karşı yapmaları gereken en öncelikli iki çalışma ne olmalıdır” diye sorduğumuzda yenilenebilir enerji yatırımları ve altyapı çalışmalarının güçlendirilmesi cevabının öne çıktığını görüyoruz. Toplumun %36’sı yenilenebilir enerji yatırımları yapılmasını, diğer %36’sı ise seller ve yoğun yağmurlara karşı altyapı çalışması yapılmasını, iklim kriziyle mücadelede belediyelerin yapması gereken en önemli iki çalışma olarak görüyor.
Eğitim seviyesi arttıkça “Belediyelerin yenilenebilir enerji yatırımları yapması” gerektiğini düşünenlerin oranı da artıyor. Üniversite mezunlarının %48’i, lise mezunlarının %39’u, lise altı eğitim seviyesindekilerin ise %28’i belediyelerin iklim değişikliği ile ilgili yapması gereken en önemli iki çalışmadan biri olarak “emisyon azaltımını” yani yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımı gösteriyor.
Eğitim seviyesi azaldıkça “iklim değişikliğine uyum” çalışmalarını ifade eden, seller ve yoğun yağmurlara karşı altyapı güçlendirmesini ve afetlere karşı erken uyarı sistemi kurulmasını öncelikli iki çalışmadan biri olarak görenlerin oranı artıyor.
“Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2023” araştırmasının, aslında daha önceki araştırmalar gibi, Türkiye toplumu ve iklim değişikliği konusunda yine şaşırtıcı ve ilginç bir farkındalık durumunu ortaya koyduğunu söylemek gerekiyor. İklim değişikliğiyle küresel mücadelede iki temel başlık olan “emisyon azaltımı” (fosil yakıtlardan çıkış ve yenilenebilir enerji yatırımlarının artırılması) ve “uyumun” (özellikle kentsel altyapıların var olan iklim değişikliği etkilerine karşı uyarlanması ve güçlendirilmesi), yerel yönetimlerden temel beklentilerde ilk iki sırada çıkması manidar gözüküyor. Bu iki beklentinin birincisinin, yani yenilenebilir enerji yatırımlarının gençler, eğitimliler ve modernler arasında yüksekken; altyapıların iklim değişikliğine uyumlanmasının, daha yaşlı kesimler, dindarlar ve daha az eğitimliler arasında yüksek çıkması ise, yine Türkiye toplumunun kendine has bölünmüşlüğünün ve kutuplaşmasının işareti olarak da okunabilir.
İlginç olan ise, “kitaba” yani iklim değişikliği literatürüne baktığımızda, iklim değişikliğiyle gerçek ve kapsamlı bir mücadelenin gerçekten bu iki başlığı da içermesi gerektiğini görmemiz. Bu iki farklı toplumsal kesimin beklenti ve taleplerini giderebilecek bir kentsel programın, bu kutuplaşma halini de biraz olsun söndürebileceğini söylemek bilmem fazla mı iddialı olur? İklim değişikliği ve kalkınmanın isminin bile geçmediği bir yerel seçim süreci yaşadığımız için bunu test etmemiz de imkansız görünüyor. İnşallah gelecek seçimlerde, bunları konuşur, tartışır ve gerçek sorunlarımıza nihayet gelebiliriz… Bu arada, biz gelmesek de, O zaten çoktan geldi…
YAZI: Dr. Barış Doğru, ekoIQ ve iklimhaber.org Genel Yayın Yönetmeni