EKOLOJİ HABER- İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Dr. Akgün İlhan‘ın kaleme aldığı su krizinin kirlilikle ilişkisi ve kapsamına ilişkin makalesini yayımlıyoruz.
İstanbul barajlarının doluluk oranları gibi çeşitli vesilelerle sık sık tartışılan su kıtlığı, aslında su krizinin yalnızca bir boyutu.
Yağmurun yağmadığı, göl, baraj ve akarsuların suyla dolmadığı kurak bir dönemde, su kıtlığından söz edilebileceği gibi, suyun bol miktarda bulunmasına rağmen kirli olduğu durumlarda da susuzluktan söz edilebilir. Nitekim su krizi, suyun kıtlığıyla ilgili olduğu kadar kirliliğiyle de ilgili bir olgudur.
Artık ‘su stresi’ yaşayan bir ülke olarak sınıflandırılan Türkiye’de de kişi başına düşen tatlı su miktarı, geçtiğimiz 60 yılda neredeyse dört kat azaldı. Bunun sebebi Türkiye’deki yüksek nüfus artışı. Ancak, suyun sadece miktarına odaklı bir indeksin işaret ettiğinden çok daha büyük sorunlarla karşı karşıyayız.
Türkiye’de atıksuyun beşte biri, yalnızca ön arıtmadan geçiyor
Hem temel ihtiyaçları gidermek hem de ekonominin istisnasız her sektöründe üretim yapmak için kullanılan sular, kirlenerek atıksuya dönüşüyor. Arıtılmadan doğaya bırakılan atıksu, daha fazla suyun kirlenmesine, canlı ve cansız varlıklarıyla su ekosistemlerinin bozulmasına neden oluyor ve halk sağlığını tehdit etmeye başlıyor. Bütün dünyada, endüstriyel ve kentsel atıksuyun yüzde 80’i, herhangi bir ön arıtmadan dahi geçmeksizin doğaya bırakılıyor.
Kirlilik söz konusu olduğunda Türkiye’de de durum çok farklı değil. Ülkemizde belediyeler, toplam atıksuyun yaklaşık yüzde 88’ini arıtsa da, bu atıksuyun yalnızca yarısı gelişmiş arıtmaya tabi tutuluyor. Atıksuyun yüzde 27’si biyolojik arıtmadan geçerken, yaklaşık yüzde 22’si, arıtmanın ilk aşaması olan fiziksel arıtmadan geçiyor.
Başka bir ifadeyle, toplam atıksuyun yaklaşık yüzde 43’ü gelişmiş arıtmadan geçerken, beşte biri ise yalnızca ön arıtmaya tabi tutuluyor. Bu durumun sonuçlarına, 2021 Marmara Denizi müsilaj felaketiyle tanık olduk. Bunun yanı sıra, Türkiye genelinde göllerde ve sulak alanlarda da su kalitesinde bozulma, su miktarında azalma ve biyoçeşitlilikte düşüşler gözlemleniyor.
Azalan su değil, temiz su
Su kirliliği söz konusu olduğunda, tarım sektörü kaynaklı kirlilik büyük önem taşıyor: Tarım sektörü, küresel su kullanımının yaklaşık yüzde 70’inden sorumlu. Türkiye’de de toplam su kullanımının yüzde 77’si, tarımsal sulama amaçlı yapılıyor. Ayrıca bu sektörde kullanılan agrokimyasallar, sedimanlar ve tuzlanmış drenaj suları, ciddi bir kirlilik kaynağı oluşturuyor. Kirlilik öyle boyutlarda ki, Afrika, Asya ve Güney Amerika’nın neredeyse tüm nehirlerinde, su kalitesi bozulmuş durumda.
Özetle, su krizinden bahsedilirken karşı karşıya olduğumuz tek sorun erişilebilir su miktarındaki azalma değil, aynı zamanda temiz suyun da azalması.
Dünya geneline baktığımızda da, temiz suya erişimin ciddi bir sorun olduğu görülüyor. Yakın zamanda yayımlanan Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre, 2022 yılında, dünya nüfusunun yüzde 27’si güvenilir içme su hizmetinden mahrum kalırken, yüzde 43’ü ise güvenilir atıksu hizmeti alamadı. Her sene, kirli su kaynaklarını kullanmak zorunda kalan yaklaşık 829 bin insan, ishalli hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor.
Yeşil Gazete