EKOLOJİ HABER- SUGEP Academy, gençlerin 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi’nin uygulanmasında önemli katkılarda bulunacağı anlayışıyla gençlerin pek çok projeye imza atmalarını sağladı. SUGEP (Sustainable Development Youth Leaders Education Program), gençleri küresel düşünmeye, görüşlerini ifade etmeye ve SKA’lar ile ilgili projeler oluşturarak küresel bir ağ içinde harekete geçmeye teşvik ediyor. SUGEP ile gençler sürdürülebilir kentlere ekosantrik bakış açısıyla nasıl ulaşılabileceğini araştırmak üzere Göbeklitepe’yi incelemeye aldıkları bir proje başlattı. Proje kapsamında, kapalı sosyal alanların ve yapıların doğa ile etkileşiminin incelenmesinin yanı sıra mekanların iç sıcaklıklarının analiz edilmesi ile iklim krizine karşı dirençli kentler, yapılar geliştirmek adına bir model oluşturmak adına veri elde edecek. Elde edilen bulgular ışığında gençlerin hazırlayacağı rapor kitaplaştırılacak ve gençler raporu bir bildiri halinde 2024 YECC’te (Gençlik Çevre Eğitimi Konferansı) sunacak.
İklim Haber’de yer alan habere göre son zamanlarda uluslararası literatürde SKA 11 hedefi olan sürdürülebilir kentler ve topluluklara yönelik olarak ciddi bir tartışmanın yaşandığını söyleyen SUGEP yöneticisi Umut Dilsiz, “Bu tartışmaların genelinde sürdürülebilir yaşamın kırsal alanlarda daha mümkün olduğu yargısı var. Kentlerde daha fazla katman olduğu için kırsala göre bu bölgelerde sürdürülebilir bir kent oluşturmak biraz daha zor tabii, tartışmalar da bu yüzden çok uzuyor ve genellikle inovasyon üzerinden yürütülüyor. Biz, bunu inovasyonla yapmak yerine geçmişin bilgilerini araştırmayı ve bu doğrultuda doğa ile uyumlu yaşam tarzını nasıl yakalayabileceğimizi tartışmalarımızın gündemine aldık” dedi.
Bir kültürel miras üzerinden unutulmuş kimi değerlerin gün yüzüne çıkartıldığı bir model yaratabileceklerini düşündüklerini ifade eden Dilsiz, yenilik yapmak zorunda olmadığımızı, geçmişi canlandırarak da sürdürülebilir kentlere ulaşabileceğimizi düşündüklerini aktarırken, bu doğrultuda kadim toplumların dua, aile, yaşam stratejilerini anlamaya çalışmak için Göbeklitepe’yi inceleme karar aldıklarını söyledi.
Proje kapsamında gerçekleştirilen saha çalışmalarına değinen Dilsiz, bu çalışmalar ile “insanların sürdürülebilir kentler için ne yapacaklarını sorguladıkları bir dönemde, insanların bunu çok daha eskiden zaten hayata geçirdiğini gördük” derken, proje sayesinde günümüzde farkında olmadığımız, unuttuğumuz birikimi bize tekrar sunabilecek, nereden başlayacağımızı gösterecek bir verinin artık elimizde olduğunu söyledi. Dilsiz, Göbeklite’yi seçme nedenlerinin günümüzde bilinen en eski yerleşim yeri olduğunu belirtmesinin yanı sıra bölgenin popülaritesi ile projenin vereceği mesajları daha fazla insana ulaştırmayı umduklarını da belirtti.
Bilim insanlarının on dört bin yıl önce buzul çağının da yavaş yavaş sona erdiği söylediğini hatırlatan Dilsiz, “Dolayısıyla bu zaman, buzul çağının sona erip toprağın ortaya çıktığı, tahılların, çayırların ve buna bağlı olarak bütün ekosistemin oluşmaya başladığı bir dönem. Bu insanoğlunun tam da doğadaki değişime ayak uydurması gereken bir süreç” derken bu süreçte insan yaşamını doğanın belirlediğini ve insanoğlunun bu dönemde henüz doğayı şekillendirecek gücünün olmadığını aktardı. Dilsiz, her geçen gün nüfusun artmasıyla Göbeklitepe’de de yeni kaynak arayışına çıkıldığını ve insanların doğanın sunduğu bu kaynaklara bağımlılıklarının farkında olduklarını, bu kaynaklara minnet duyduklarını vurguladı.
Dilsiz, “Mistik açıdan baktığınızda; toprak ana, Kibele gibi Anadolu’daki inanç biçimlerinin de ilk temelleri adeta Göbeklitepe’de atılmış oluyor. Bu açıdan Göbeklitepe bir tür kefaret yeri gibi düşünülebilir. Çünkü Göbekitepe’de insanların doğaya minnettarlığını sunmak adına bir yer yaptıkları düşünülüyor” derken Göbeklitepe’de tahılların hasadını ise şöyle anlattı: “Tarım olmadığı için yabani tahılları toplamaları gerekiyor. Böylece avcılığa ek olarak toplayıcılık faaliyeti başlıyor. Bizim bulgularımıza göre, topladıkları ürünleri depolayacakları bir yer gerektiği için Göbeklitepe aynı zamanda bir depo. Yani göçebe toplum oldukları halde, av amaçlı uzak yerlere gidiyorlar ancak tekrar Göbeklitepe’ye dönüyorlar. Orada birlikte ürettiklerini birlikte tüketiyorlar ve böylece kolektif bir yaşam biçimi oluşturuyorlar.”
Göbeklitepe’de; yılan, akrep, örümcek gibi yabani hayvan figürlerinin bulunması hakkında proje ekibinin çıkarımlarını paylaşan Dilsiz, “Burada bir biyomimikri yaklaşımı olduğunu düşündük. Çünkü, bir kurt veya bir yırtıcı hayvanın çene kemiğinden ilham alarak av malzemesi yapmışlar. Bu av malzemesinin üzerine sürdükleri yılan zehri ile aleti daha ölümcül hale getirmişler. Bundan dolayı yılanların kendilerinden daha iyi avcılar olduklarını düşünüyorlar ve yılanlara karşı hayranlık duyuyorlar. Bu düşüncenin verdiği saygının göstergesi olarak “T” şeklindeki monolit taşların üzerine yırtıcı hayvanların figürünü kazımışlar.”
Dilsiz, Göbeklitepe’de kadının doğum yapmasının yanı sıra çocuk yetiştirme rolünde de olduğunu hatırlatırken avcılık faaliyetlerinde ise özellikle erkek çocuklarının babalarından aldıkları doğaya saygılı ve doğadan beslenen bir birikimle avcı olarak topluluğa katıldığını belirtti. Bu noktada da Göbeklitepe’yi adeta bir kuluçka merkezine benzeten Dilsiz, “Burayı ikinci bir doğum ritüeli sergileme mekanı, belki de avcılık tekniklerini anlattıkları bir okul olarak tasarlayıp kullanmış olabilecekleri düşüncesindeyiz. Sonuç olarak burada çok işlevli bir alan yaratılmış” dedi.
Gençlerin Abu Dabi’de yapacakları proje sunumundan da bahseden Dilsiz, yalnızca kağıt üzerinde kalmayacağını vurguladığı projenin önümüzdeki sürecini şöyle ifade etti: “Sürdürülebilir kentler ve topluluklar konusundaki tartışmaların devam ettiği bir dönemde kültürel miras üzerinden yirmi birinci yüzyıl kentlerinin ve topluluklarının nasıl kurgulanabileceğine dair küresel çapta ilgi çekebilecek bir model önerisinde bulunacağız. Çünkü, projede beraber çalıştığımız gençler farklı disiplinlerden geliyor ve onlarla multidisipliner bir model yaratacağız. Bu model Yapı Kredi Bankası Yayınları tarafından kitap olarak basılacak. Kitabın içerisindeki modelin, sürdürülebilir kentler ve topluluklar tartışmalarını yapan taraflar ve uluslararası örgütler için ilgi çekici olacağını düşünüyorum. Bu doğrultuda raporumuzu UNESCO’ya sunacağız ancak bunun ötesinde projemize katılan gençler, Ocak ayında Abu Dabi’de gerçekleşecek YECC (Gençlik Çevre Eğitimi Konferansı) – 2024 konferansında raporu bildiri olarak sunarak bütün dünya ile paylaşacaklar. Dolayısıyla proje sürecimiz sadece bir araştırma yapmak, kağıt üzerinde bir model yaratmak ile sınırlı değil. Projenin bir yayına dönüştürülmesi, uluslararası konferanslarda sunulması gibi hedefler de var.”