EKOLOJİ HABER- Cudi dağından devam eden doğa katliamına dair konuşan Yeşil Sol Milletvekili Nevroz Uysal, “Faillerin ve görevlerini yerine getirmeyen tüm kamu görevlilerini açığa alınması ve yargılanması için ulusal ve uluslararası alanda hukuk mücadelesini sürdüreceğiz” dedi.
Şırnak’ın Cudi Dağı’nda uzun zamandır korucuların asker gözetiminde gerçekleştirdikleri ağaç kesimi devam ederken, geçtiğimiz hafta akşam saatlerinde Cudi Dağı yakınlarında bulunan Karaca (Sorbitme) köyünde bulunan ormanlık alanda yangın çıkmıştı. İddialara göre söndürülmeyen yangın 2 gün sonra kendiliğinden sönmüştü. ‘Güvenlik Bölgesi’ ilan edilen Cudi dağında sınırsız doğa katliamı söz konusu iken yaşananlara ilişkin Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Şırnak Milletvekili Nevroz Uysal, Serhat News’e değerlendirmelerde bulundu. Uysal, “Devlet inkâr ve asimilasyon politikalarını coğrafya ve doğa üzerinden de yürütüyor” dedi.
‘Kürtlerin inkârı ve asimilasyonuna denk bir yaklaşım hedefleniyor’
Söndürülmesine dahi izin verilmeyen orman yangının devletçe inkâr edilmesinin basit bir olay olmadığını belirten Uysal, bu durumun Kürtlere yönelik inkâr ve asimilasyonun ne kadar derinden ve sistematik bir şekilde yürütüldüğünü gösterdiğini söyledi. Devletin inkâr ve asimilasyon politikalarını coğrafya ve doğa üzerinden de yürüttüğünü kaydeden Uysal, “Geçmişten bugüne binlerce köyün yakılması ve boşaltılmasıyla ya da güvenlik barajları ile coğrafyanın dilimlenmesi gibi orman yangınları da ideolojik mühendislik planının bir parçası. Burada doğal yollarla çıkan orman yangınları değil, ‘güvenlik’ gerekçesiyle bilerek yakılan ya da bombalamalar sonucu çıkarılan yangınlardan söz ediyorum. Bölgede son dönem yaşanan elektrik, su kesintilerinin de buna bağlı olduğunu görüyorum. Özellikle bu uygulamalar ile köylerdeki ekonomiyi mümkün kılan alanlar tahrip edilerek bölgenin istikrarsızlaştırılması ve insansızlaştırılması hedefleniyor. Cudi Dağı’ndaki yangının yetkililerce inkâr edilmesi ve söndürme çabası içinde olmamaları, Kürtlerin inkârı ve asimilasyonuna denk bir yaklaşımdır” diye belirtti.
‘Yangın görüntüleri olmasına rağmen ‘Yangın yok’ denildi’
Uysal, doğa katliamlarına karşı Türkiye’de ekolojik ırkçılığa ve faşizme karşı uygun politikalar oluşturup toplumsallaştırmak gerektiğini belirtti.
Çıkan yangınla ilgili yetkili kişilerle görüştüklerini ifade eden Uysal sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Bugün orman yakmalarından güvenlik barajlarına, tüm eko-kırım politikalarına karşı mücadeleyi büyütmek bu söylemlere karşı vereceğimiz en doğru cevap olacaktır. Öncelikle gerçekleri görmek ve halka doğruyu anlatmamız gerekiyor. Bu çağda gizlemek ve inkâr etmek neredeyse imkânsız hale geldi. ‘Yangın yok’ denilmesine rağmen insanlar sosyal medyadan görüntüler paylaşmaya başladı. Bizler devletin ilgili tüm kurumlarına durumu aktardık ve tarihe not ettik. Orman bakanlığından yereldeki itfaiyeye kadar görüşmeler gerçekleştirdik. Ormanların yakılma nedenlerinden faillerine kadar, araştırılması ve hesap sorulması için mücadele edeceğiz. Unutulmamalıdır ki, orman yangınlarının yarattığı tahribatın baş sorumlusu, ormanları koruma ve yangınla mücadele konusunda gereken tedbirleri almayan iktidar ve devlettir. Devletin ve iktidarın anayasal düzeyde birinci görevi, vatandaşların can ve mal güvenliklerini sağlamaktır. Bunun yanında gelecek kuşakların haklarını da gözeterek, bir parçası olduğumuz çevreyle canlı ve cansız bileşenleri ile uyumlu bir şekilde yaşam olanaklarını oluşturmakta bu görev ve sorumluluğun kapsamındadır.”
Cudi şu anda ne durumda?
Orman yangınlarında halkın kendi imkânlarıyla yangını söndürmelerine dahi izin verilmediğini söyleyen Uysal bölgeyle ilgili şu bilgileri paylaştı:
“Belli sınırlar içerisinde tarımsal faaliyete izin verilen bölgelerin geri kalan kısmı ‘güvenlik’ adı altında geçişlere yasaklanıyor. Köylüler ancak valiliğe bağlı jandarmadan aldıkları belge ile bu alanlara geçiş yapabiliyor. Karakol ve kalekolların bulunduğu bu alanlarda izinsiz geçiş durumunda neler yaşandığını ve yaşanacağını herkes biliyor. Bu nedenle yangınlara ve doğa talanına halkın müdahale etmesinin önüne geçilmiş durumda. Bu özel güvenlikli alanlara girişin yasaklı olmasından kaynaklı kırımın, doğa tahribatının hangi boyutta olduğunu da tam olarak bilemiyoruz. Bu alanlara ilişkin bilimsel mütalaa verebilecek akademisyen ve çevre uzmanlarının da girişine izin verilmediğinden elimizde maalesef ciddi bir veri bulunmamakta. Bu anlamıyla güvenlik bölgesi ya da güvenlik denilen şey, salt kaba bir şiddet olarak değil, idari bir teknik ve yönetim anlayışı olarak karşımıza çıkıyor. Bölgede yaşanan doğa tahribatı eko-kırım devam ediyor.”